21 Şubat 2012 Salı

Soğuk Bir Berlin Gecesi



''Bir yanda; Avrupa’nın ortasında uygar bir kentte, uygar insanlar arasında dili, dini ve kültürü farklı olduğu için yabancı konumuna düşen daha doğrusu düşürülen, dışlanan, ötekileştirilen Tarık’ın bu insanlara sorduğu soru.
Neyi seversiniz siz? Arabalarınızı seversiniz, köpeklerinizi seversiniz, ha birde biralarınızı yudumlamayı seversiniz.

Diğer yanda; yine aynı Tarık’ın kendisini tutkulu bir aşkla seven, çevre baskısına karşı onu kanatları altına alan Katrine, zaman zaman ilkellik boyutuna varabilecek zaafları yüzünden pis kokan bir aşk yaşatan olaylar örgüsü…''




Şinasi sahnesinin o güzel atmosferinde izlenilmesi gereken içimizi ısıtan bir oyun : 'Soğuk Bir Berlin Gecesi'. 2 perde olan ve 2 saat süren oyun , gerçekten olağanüstü performans gösteren oyuncularla birlikte bir an bile sıkmadan geçip gidiyor . Birinci perde ; olayların girizgahı gibi olduğu için çok akıcı geçmiyor ama ikinci perde akıldaki tüm soru işaretlerini silip müthiş bir sonla bitiyor. Elleriniz oyuncuları alkışlamaktan kızarırken 'oyun keşke bitmeseydi ' diye düşünmekten kendinizi alıkoyamıyorsunuz .




Türk-Alman ilişkileri ve ötekileşen azınlık problemine ailevi açıdan bakan izlenilmesini hararetle tavsiye edeceğim bir Devlet Tiyatroları oyunu : ''Soğuk Bir Berlin Gecesi''

13 Şubat 2012 Pazartesi

BAFTA ödülleri 2012



İngiltere’nin başkenti Londra’daki tarihi opera binası Royal Opera House’da yapılan ödül töreninden önceki kırmızı halıda renkli görüntüler yaşandı. Meryl Streep, Michelle Williams, Christina Ricci, Penelope Cruz, Judi Dench, George Clooney, Brad Pitt, Ralph Fiennes, Daniel Radcliffe, Martin Scorsese gibi ünlüler birbirinden şık kıyafetlerle kırmızı halıda boy gösterdi.


Fransız yapımı sessiz film "The Artist" en iyi film başta olmak üzere aday olduğu 12 kategorinin 7’sinde kazanarak geceye damgasını vurdu. Filmin erkek oyuncusu Jean Dujardin, en iyi erkek oyuncu ödülünü alırken, filmin yönetmeni Michel Hazanavicius en iyi yönetmen ödülünün sahibi oldu.


Amerikalı aktris Meryl Streep ise, İngiltere’nin ilk kadın Başbakanı Margaret Thatcher’ı canlandırdığı "The Iron Lady" filmindeki rolüyle en iyi kadın oyuncu ödülüne layık görüldü.
     
          BAFTA ödüllerinin kategorileri ve kazananlar şöyle:


         En İyi Film: The Artist
         En İyi Kadın Oyuncu: Meryl Streep- The Iron Lady
         En İyi Erkek Oyuncu: Jean Dujardin- The Artist
         En İyi Yönetmen: Michel Hazanavicius- The Artist
         En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Octavia Spencer- The Help
         En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Christopher Plummer- Beginners
         En Orijinal Senaryo: The Artist
         En İyi İngiliz Filmi: Tinker Tailor Soldier Spy
         En İyi Yabancı Film: The Skin I Live in
         En İyi Animasyon Filmi: Rango
         En İyi Uyarlama Senaryo: Tinker Tailor Soldier Spy
         En İyi Prodüksiyon Tasarımı: Hugo
         En İyi Görsel Efekt: Harry Potter and Deathly Hallows (2. bölüm)
         En İyi Makyaj ve Saç: The Iron Lady
         En İyi Kostüm Tasarımı: The Artist
         En İyi Sinematografi: The Artist
         En İyi Montaj: Senna
         En İyi Ses: Hugo
         En İyi Müzik: The Artist
         En İyi Kısa Animasyon: A Morning Stroll
         En İyi Kısa Film: Pitch Black Heist


Gece, ünlü Galli şarkıcı Tom Jones’un James Bond filmlerinden bir şarkıyı seslendirmesiyle başlarken, ödül töreninin sunuculuğunu İngiliz komedyen ve aktör Stephen Fry yaptı.


Her yıl Oscar ödül töreninden iki hafta önce verilen BAFTA ödülleri, Oscar alabilecekler ile ilgili ipucu niteliği taşıyor.


HABERTURK
   

Caesar Must Die



Berlinale'de Paolo ve Vittorio Taviani Kardeşler'in 'Sezar Ölmeli' filmi önceki güne damga vurdu. Mahkûmların sahnelediği bir oyunun hikâyesi

Paolo ve Vittorio Taviani Kardeşler’in Berlin’de En İyi Yönetmen ödülünü almaları sürpriz olmaz. Daha festivalin ikinci gününde böyle bir yorum yapmak biraz iddialı olabilir ama Taviani Kardeşler’in birlikte yönettikleri 76 dakika uzunluğundaki ‘Sezar Ölmeli/ Ceasar Must Die’, gerçekten çok farklı, etkileyici ve çok yenilikçi bir film. 

Azılı mahkûmların tutulduğu bir hapishanede, mahkûmların rehabilitasyonu amacıyla bir tiyatro oyununun sahneye konması planlanıyor. Önce oyuncular seçiliyor, seçim sırasında mahkûmların bir kez hüzünlü, bir kez de hiddetli olarak adlarını, soyadlarını, doğdukları yeri ve doğum tarihlerini kamera karşısında söylemeleri isteniyor. Sonra provalar başlıyor ve tam bu sırada izleyicide “Bu da ne, yine sıkıcı bir Shakespeare uyarlaması mı izleyeceğiz?” düşüncesi oluşuyor. Filmin en güçlü yanı sanırım bu, çünkü böyle düşünen izleyiciler film ilerledikçe çok utanıyorlar. 
Shakespeare’in ‘Julius Sezar’ını bir hapishanede mahkûmlara oynatmak ve tüm hazırlık sürecini filme almak şüphesiz çok zekice bir düşünce. Taviani Kardeşler bir arkadaşlarının hapishanede izlediği oyunda ağladığını öğrenince gidip oyunu izlemişler ve mahkûm-oyuncuların kendilerini Dante ile özdeşleştirdiklerini ve oyun ile kendi yaşamları arasında bağlantı kurabildiklerini fark etmişler. Sonra mahkûmlardan ve eski mahkûm oyunculardan oluşan bir ekiple çekimlere başlanmış. 
Taviani Kardeşler gösterimden sonraki basın toplantısında hayatları boyunca Shakespeare’den çok yararlandıklarını, onu bir baba, kardeş, bir oğul gibi gördüklerini söylediler. Artık çok yaşlandıkları için Shakespeare’i biraz değiştirerek sinemaya uyarlama hakkını kendilerinde bulduklarını, Julius Sezar oyununun da bir hapishanede sahneye konmak için çok uygun olduğunu belirttiler. Hapishanede çalışmaya başladıktan sonra hapishaneyi daha iyi anlayabildiklerini ve oranın Amerikan filmlerinde gösterildiği gibi olmadığını fark ettiklerini eklediler. Mahkûm-oyuncular geçmişte yaşadıklarını da rollerine taşıdıkları için gerçek oyunculardan çok farklıymışlar. Brütüs’ü oynayan oyuncu sekiz yıl yattıktan sonra çıkmış ve rol teklif edildiğinde tekrar hapishaneye dönmüş. 

Hayatları da değişti 
Taviani Kardeşler deneme çekimlerinde Shakespeare’in birçok mesajı olduğunu fark etmişler. Mahkûmlar cezalarını çekerken oynadıkları bu oyunda bir türlü affedilme dileğini de dile getiriyorlarmış. Çekimler altı ay sürmüş, filmde rol alan bir mahkûm halen oyuncu olarak çalışmaktaymış, hapishaneden çıkan bazı mahkûmlar da bir tiyatroda çalışıyorlarmış. Bazıları ise hâlâ cezalarını çekiyorlarmış. Bu arada filmde rol alan iki mahkum yazdıkları kitaplarla ses getirmişler. 
Eğer bir filmden çıktıktan sonra bir replik beyninizi sürekli meşgul ederse o film iyi bir filmdir: Mahkûm-oyunculardan biri filmin sonunda şöyle diyor: “Sanatla tanıştığımdan beri bu hücre benim için bir hapishaneye dönüştü.”
Ahmet Boyacıoğlu - Radikal 13.02.2012

If Ankara'nın tavsiye edilenleri



AltYazı dergisinden ; 2-6 Martta Ankara'ya gelecek If Bağımsız Filmler Festivali üzerine , bakılmadan geçilmemesi gerekenler :


Anahtar Deliği (Keyhole)
Yönetmen: Guy Maddin
Mafya babası Ulysses Pick evinde genç bir kızın cesedi ve elleri kolları bağlı genç bir adamla karşılaşır. Evde dolaşarak karısını bulmaya çalışan Ulysses’in yolculuğunu epik bir dille anlatan Maddin, Anahtar Deliği’nde yine sessiz sinema estetiğiyle gerçeküstücülüğü bir araya getiriyor. Yönetmenin sıkı takipçileri zaten kaçırmayacaktır. Sinema salonunda henüz bir Maddin filmi izlemeyenler için ise eşsiz bir deneyim olacağı kesin.


Ayakta Ölmek (Morir de Pie)
Yönetmen: Jacaranda Correa
Ayakta Ölmek, Meksika’da yaşayan transseksüel Irina Layewska’nın yaşam öyküsünü, anlatıyor. Irina’nın çocukluğuyla başlayan belgesel, devrimci mücadeleye katıldığı sürece kadar uzanıyor. LGBTT bireylerinin hakları için mücadele eden Irina’nın oldukça mitleştirilerek anlatılabilecek öyküsü yönetmen Correa’nın ellerinde soğukkanlı ve olgun bir yapıma dönüşüyor.


Denizde İki Yıl (Two Years at Sea)
Yönetmen: Ben Rivers
Deneysel sinemacı Ben Rivers’ın son filmi Denizde İki Yıl, ormanda yaşayan yaşlı bir adamın günlük yaşamından bölümler sunuyor. Antika bir kamerayla çekilen ve negatif üzerinde kare kare oynanarak son hali verilen film, yer yer David Lynch ve Guy Maddin filmlerini hatırlatıyor. Etnik müziklerle örülü stilize görüntüler eşliğinde ilerleyen yapımı deneysel film meraklılarının kaçırmaması gerek.


Empire North
Yönetmen: Jacob Boeskov
11 Eylül sonrası insanların üzerine GPS çipleri saplayarak kolayca takip edilmelerini sağlayan, sahte bir silah tasarlayan Danimarkalı sanatçı Jakob Boeskov Çin’de bir fuarda tanıttığında büyük talep gören “performans ürünü”nü bir adım öteye taşıyarak bir belgesele dönüştürmüş. Kurduğu sahte şirketin adı da olan Empire North, dünyaya distopik ve oyunbaz bir bakış atıyor.


Haftasonu (Weekend)
Yönetmen: Andrew Haigh
Bir gay barda tanışıp geceyi beraber geçiren Russell ve Glen’in bütün bir haftasonu boyunca bol sohbet ve tartışmayla gelişen ilişkisini anlatan Haftasonu, Andrew Haigh’in ikinci uzun metrajlı filmi. İki eşcinsel erkeğin kendileriyle ve toplumla yüzleşmelerine vesile olacak iki gününü bol diyaloglu bir senaryoyla anlatan Haigh, eşcinsel sinemada şu ana kadar oluşturulan bütün stereotipik kodları yıkarak incelikli bir filme imza atıyor.


Kapıları Pencereleri Açalım (Abrir Puertas y Ventanas)
Yönetmen: Milagros Mumenthaler
Locarno Film Festivali’nden hem Altın Leopar hem FIPRESCI ödülleriyle dönen yapım Milagros Mumenthaler’in ilk uzun metraj filmi. Yönetmen kamerasını, her biri kayıp duygusuyla farklı biçimde baş etmeye çalışan üç kız kardeşin ev içi yaşamına çeviriyor. Lucrecia Martel sinemasını hatırlatan Kapıları Pencereleri Açalım festivalin öne çıkan yapımlarından. 


Karanlık At (Dark Horse)
Yönetmen: Todd Solondz
Otuzlarında hâlâ ailesiyle yaşayan oyuncak koleksiyoncusu Richard ile ailesinin “karanlık at” diye adlandırdığı Miranda arasındaki aşkı anlatan Todd Solondz’un yeni filmi, yönetmenin diğer filmlerinin aksine tek bir karaktere odaklanıyor. Solondz’un olgunluk dönemi filmi olarak adlandırılan yapımın yönetmenden beklenmeyecek kadar güvenli sularda yüzdüğü söyleniyor. Fakat ne olursa olsun Solondz’un filmini görmek gerek.


Kuralsız Hayat (Si Piu)
Yönetmen: Johnnie To
Bir tefeci, onun hesaplarını yöneten bankacı, tefeciyi öldürme planı yapan bir gangster ve cinayeti araştıran polis memurunun hikayelerini iç içe geçirmeden anlatan film, karmaşık öyküsüne ve hiç dinmeyen temposuna rağmen seyircisini öyküsünün içine çekmeyi başarıyor. Ekonomik kriz sonrası farklı kesimlerden insan portreleri sunan Kuralsız Hayat çok öykülü filmlerde görmeye alışık olduğumuz kadercilikten uzak duruyor ve alt metni sağlam keyifli bir tür filmine dönüşüyor.


Proje Nim (Project Nim)
Yönetmen: James Marsh
Teldeki Adam (Man on Wire, 2008) filmiyle Oscar kazanan yönetmen James Marsh’ın son filmi Proje Nim, işaret dilini öğrenmeye çalışan bir şempanzenin öyküsünü anlatıyor. İnsanların şempanzeye yaklaşımındaki ürkütücü kibri ön plana çıkaran yönetmen, insanın kendini doğadaki konumlandırışı üzerine kafa yoruyor.


Sığınak (Take Shelter)
Yönetmen: Jeff Nichols
Orta Amerika’da kızı ve karısıyla sakin bir banliyö hayatı yaşayan Curtis gördüğü rüyalar sonrası gerçekle halüsinasyonlar arasındaki ayrımı kaybetmeye başlar ve yaklaştığını iddia ettiği fırtınaya karşı bir sığınak inşa etmeye girişir. Amerika’nın ekonomik kriz sonrası yaşadığı paranoyanın mikro bir dışavurumu olarak görülebilecek film, ustalıklı yönetimi ve Michael Shannon’ın performansıyla öne çıkıyor. Jeff Nichols, korku sinemasının bütün kodlarını kullanarak hem başarılı bir tür filmine imza atıyor hem de Orta Amerikalı bir işçi ailesinin travmasını layıkıyla perdeye taşıyor.


* AltYazı dergisinden alıntıdır

R.I.P Whitney Houston


8 Şubat 2012 Çarşamba